23 Kasım 2010 Salı

Şilili eylemciler tehdit altında


Santiago, 22 Kasım 2010 (Prensa Latina) Şili'de işlerine geri alınmak için eylem yaparak kendilerini madene zincirleyen 30 kadın işçiyle dayanışma içinde bulunan gruplardan yapılan açıklamada kadın işçilerin bulundukları yerden zorla uzaklaştırılmalarından endişe edildiği belirtildi.

Grup sözcüsü Monica Torres, madenin çevresinde artan polis sayısının ve olay yerine gelen ambulansların müdahale ihtimalini artırdığını belirtti.

Sözcü ayrıca Pazartesi günü madenin girişine gelerek eylemcilere destek veren 300 kişinin polis tarafından zorla dağıtılmasını kınadığını belirtirken eylemcilere de benzer bir müdahale olabileceği uyarısını yaptı.

Torres, And Şili Radyosuna yaptığı açıklamada "Evet, bence kadın işçileri madenden zorla çıkartacaklar" dedi.

Eylemcilerin çok kararlı olduklarını belirten Torres, tek amaçlarının iş güvencesi olduğunu belirtti.

Eylemciler başkentin 500 km güneyinde bulunan Bio Bio bölgesindeki El Chiflon del Diablo madeninde bulunuyorlar.

---

PLT-OE-23112010

8 Kasım 2010 Pazartesi

Örgün eğitimle açık öğretim arasında bir adaletsizlik var..

Sayın Eyüp CAN;
Daha önce de AÖF,YÖK,Abbas Güçlü, Cumhurbaşkanı, Eğitim-Sen’e yazmıştım, ancak herhangi bir kıpırtı olmadı. Tek dersten öyle çok bekleyen öğrenci var ki… Üniversiteyi okumak isteyenler için AÖF iyi bir fırsat gibi görünüyor.. Hatta ülkemizin üniversite mezunu kapasitesini de hayli etkileyen bir olanak... Üniversiteyi bir şekilde okuma olanağı bulamamış ileri yaşlardaki insanlarında bir umudu ve uğraşısı olmuş durumda..
Bütün bu güzelliklerinin yanında bazı olumsuzluklarının da göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünmekteyim… Örgün eğitimle açık öğretim arasında bir adaletsizlik var..
Büro hizmetleri ile öğrencilerine harç ve sınav sorumluluğu veren fakültemiz ne yazık ki biz öğrencilerinin koşullarını iyileştirme çabası da göstermemektedir… Örgün eğitimle AÖF harçlarına baktığımızda bir fark göremediğimizi de belirtmek isterim… Örgün eğitim gören öğrencilerle AÖF örencileri arasında eşitsizliğin nereden kaynaklandığını anlayamadım..
Ve sanki AÖF nin dokunulmazlığı varmış gibi yıllardır kıyaslama yapmadan öylece kabullenilmiş.. Burada her sınavda değiştirilen sınav yeri ve bazı gözetmenlerin sınav stresini ne kadar artırdığı gibi göz ardı edebileceğimiz çapta ki sorunlara değinmeyeceğim..
Ancak normal çalışarak okumak isteyen öğrenciler için mezun olmanın ne kadar zor olduğunu anlatmak istiyorum… Örgün eğitimle aramızdaki eşitsizliğe dikkat çekmek istiyorum.
Mesaisini bitirip koşa koşa iş yorgunluğu ve stresiyle AÖF kurslarında (bu kurslar özel tabii kendi olanaklarımızla ücretini ödiyerek gidiyoruz) bir şeyler öğrenmek için çabalayan bizler, yıl sonundaki sınavda başarılı olamayınca bir tek Eylül’de bütünleme sınavına hazırlanıyoruz, onun haricinde başka bir seçeneğimiz yok ne yazık ki … Üstelik matematik gibi işlem gerektiren ders 40 dakika süreyle sınırlı tutulmuş durumda… Örgün eğitim de ise dönem sonunda başarısız dersler için ek sınav hakkı var ardından yaz okulu yaz okulunun ardından yine ek sınav… dönem başlarında de af sınavları var… Tabii raporlu öğrenci sınavları… Üniversiteleri incelediğimizde inanılmaz farklılıklar göze çarpıyor…Örgün eğitimde hocaların öğrencilerine kullandığı imkanları ve insiyatifi de göz ardı etmeyelim… Yani örgün eğitim bir şekilde öğrencisini mezun edebilmenin
koşullarını oluşturmaya çalışmış, çalışıyor…Kendi fakültemize baktığımızda ise 47-48- hatta 49 la kalan öğrenciler var (sanki fakülte yönetiminin umurunda değilmiş bu durum yalnızca harçın yatırılması önemseniyormuş gibi görünüyor…) Üstelik tek ders bile olsa bir sene gibi uzun bir sürenin heba olması biz öğrencileri olumsuz etkilemekte… Böyle bekleyen bir dolu öğrencinin olduğu biliniyor… Hem bu alttan ders ise de bir üst sınıfa da geçemiyoruz. Ve sırf bu yüzden bir dolu insanda bu yüzden AÖF ye kayıt yaptırmak istemiyor… Üstelik bu sene basına da yansıyan kopya meselesi de biz çabalayan öğrencilerin ileri adım atmasını engelleyecek umutsuzluğa itecektir..
Tek dersle bekleyen, mezun olamayan, bir üst sınıfa geçemeyenler için çözüm üretilmeli bir çare düşünülmeli diye bu elektronik postayı size de yolluyorum.. Radikal in epey bir dolu olumsuzluğa el attığını biliyorum, umarım bu haksızlığında ortadan kalkması için el uzatırsınız.
Örgün eğitim olanaklarının biz açık öğretim okuyanlarına da sağlanması tüm öğrenciler arasındaki eşitsizliği de ortadan kaldırmış olacaktır. Bence bunun için bir defalık bir tek ders affı koymaları gerekir ki bunca senenin mağdurluğuna çare olsun…1993-1994 yıllarında dışarıdan lise bitirmelerde bir tek ders affı çıkarılmış ve binlerce mezun olmuş ve lise mezunu sayısı hayli artmış..
İlk etapta tek ders mağduru öğrenciler için yapılandıracak çözüm,(bu tek ders sınavı ya da genel af olabilir, yada çok daha etkin bir şeyler bulunabilir r) kendini mağdur hisseden bir dolu insanın kendini iyi hissetmesini sağlayacak gelecekle ilgili umutlarını hareketlendirecek AÖF ye güveni ve talebi artıracaktır.. İleriki yaşlarda bile olsa insanlar üniversite mezunu olmayı hedeflemede tereddüt etmeyeceklerdir… Ve bu yüzden ülkemizin eğitim seviyesini de yükseltmeye katkı sağlanmış olacaktır diye düşünmekteyim…
Keziban Karaaslan

15 Ekim 2010 Cuma

MACARİSTAN’DA YAŞANILMAKTA OLAN ÇEVRE FELAKETİ KONUSUNDA GÖRÜŞLERİMİZ

Hepimizin bildiği gibi, 4 Ekim 2010 günü Macaristan’da başkent Budapeşte’nin 160 km kadar güney-batısında bulunan MAL Macar Alüminyum Üretim ve Ticaret Şirketi’ne ait Ajkai Timfoldgyar tesisinin sıvı atık havuzunu çevreleyen duvarın bir bölümü yıkılmıştır.
Yaklaşık 1 milyon ton zehirli atık çevreye yayılmış ve birçok yerleşim bölgesinde selle birlikte büyük bir çevre felaketine neden olmuştur. Hatta atık havuzunun zayıflayan kuzeyi duvarının da yıkılma tehlikesi vardır ve zehirli atığın miktarı toplamda 1,5 milyon tona ulaşması olasılığı gündemdedir.
Avrupa’nın ortasında şimdiye dek 7 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına, çevrede bulunan hayvanların ve bitkilerin telefine neden olan bu atığın en önemli sonucu, tam bir ekolojik yıkım olarak onlarca yıl etkilerinin devam edecek olmasıdır.
"Kızıl çamur" diye adlandırılan zehirli sıvı atık, alüminyum üretiminde kullanılan boksitin rafinerisi sonucunda tepkime yan ürünü olarak çıkmaktadır.
Çok yoğun biçimde kostik alkali, kurşun ve kısmen radyoaktif maddeler içeren bu sıvı, doğrudan ciltle temasta ağır alkali yanıklarına neden olur. Kuruduktan sonra tozlarının solunması akciğer kanserine neden olabilir.
MAL Şirketinin açıkladığı verilere göre ekolojik yıkıma neden olan bu sıvı atık içerisinde yer alan kimyasallar ve bunların etkileri yaklaşık şöyledir:
%40-45 Demir oksit, Fe2O3 (atığın kızıl rengini verir),
%10-15 Alüminyum oksit Al2O3 (hayvan deneylerinde kansere neden olduğu görülmüştür)
%10-15 Silisyum dioksit (Silika) SiO2 sodyum ya da kalsiyum alümino silikat biçiminde bulunur (tozları solunursa akciğer hastalıklarına ve kansere neden olur),
% 6-10 Kalsiyum oksit CaO, kireç kaymağı (cilt ve göz yanıklarına, tahrişlerine ve alerjilere neden olur),
% 4- 5 Titan dioksit, TiO2 (hayvan deneylerinde kansere neden olduğu görülmüştür),
% 5- 6 Sodyum oksit, Na2O (alümünyum üretim süreci yan ürünü),
Atık ayrıca kurşun, krom, arsenik, kadmiyum gibi ağır metaller içermekte ve suya karıştığında çok tehlikeli olabilmektedir.
Macaristan hükümeti bölgede her ne denli acil durum ilan etmiş olsa da, başlangıçta uluslararası bir yardım çağrısında bulunmamıştır. Ancak ikinci duvarın da yıkılma tehlikesi ortaya çıkınca AB’ den uzman talebinde bulunmuştur. Yazılı ve görsel basından edindiğimiz bilgiye göre, zehirli atık, Avrupa’nın ikinci büyük nehri olan Tuna’yı besleyen Marcal ve Raba ırmakları üzerinden Tuna nehrine ulaşmıştır. Bölgede yaşayan köylülerin ifadesine göre, söz konusu ırmaklarda balık ve öteki yaban hayvanı ölümleri çoğalmaktadır.
Bazı yetkililer bu kazanın, son 20-30 yıl içerisinde görülen en büyük üç çevre felaketinden biri olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Uluslararası Tuna’yı Koruma Komisyonu’nun verdiği bilgiye göre, yaşanılan bu olayın etkilerinin çok uzun yıllar boyunca insanları ve çevreyi etkileyeceği ve birçok ülkeyi etkisi altına alacağını bildirmiştir. Önlenemezse kızıl çamur Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Romanya ve Ukrayna’dan sonra Karadeniz’e ulaşacaktır.



Türkiye’de ne yapılmalı?
Öncelikle Çevre Bakanlığı yetkilileri bu felaketin etkisinde olan ve risk taşıyan ülkelerle bir deneyim ve eylem birliğine girmelidir.
Çevre ve Tarım Bakanlığı eşgüdümünde ilgili tüm tarafların katılımı ile periyodik su analizleri, bitki ve hayvan sağlığındaki değişikler uzun erimli izlenmeli ve değerlendirilerek sonuçları kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Sağlık Bakanlığı nezdinde yapılacak çalışmalar ile, bu felaketin insan sağlığı açısından akut ve kronik etkileri değerlendirilmeli ve halka aktarılmalıdır.
Sanayi ve Çevre Orman Bakanlığı eşgüdümünde ilgili özel sektör şirketlerinin, meslek odalarının ve ilgili diğer paydaşların katılmasıyla REACH (kimyasalların tescili, değerlendirilmesi, izni ve kısıtlanması), SEVESO II (Tehlikeli Maddeler içeren Büyük Kaza Hasarlarının Kontrolü) mevzuatlarının gereklilikleri yerine getirilmeli, yapılan çalışmaların sonuçları duyurulmalıdır.
Benzeri felaketlerin ülkemizde yaşanmaması için, Türkiye'deki atık depolama alanları, kapasite durumları ve ne kadar emniyetli oldukları, bu atıklarla ne yapıldığı ve nasıl bertaraf edildiklerine yönelik veriler toplanmalı, açıklık ilkesi gözetilerek sonuçları kamuoyuna aktarılmalıdır.
Türkiye'deki tehlikeli kimyasalları üreten, işleyen, taşıyan ve depolayan işletmeler ile denetim ve kontrolünden sorumlu Çevre ve Orman Bakanlığının böyle bir senaryo ile başa çıkabilecek uzman kadrosu ve sayısı açıklanmalı, toplum bunlar üzerinden bilgilendirilmelidir.
Türkiye bu ekolojik felaket üzerinden yeterli dersi çıkararak, özellikle büyük endüstriyel kuruluşların olası kaza risk değerlendirmeleri, acil durum planlamaları, kurumlar arası eşgüdüm, acil müdahale ve kurtarma yeteneğine sahip teknik ve uzman kadroları açısından tüm ülke bazında kendini acilen sorgulamalıdır.
Kamuoyunun bilgilerine sunulur.

TMMOB Kimya Mühendisleri Odası


(BU BÜYÜK BİR İŞ KAZASI-İŞ GÜVENLİĞİ FELAKETİDİR DE - n.ö )

30 Temmuz 2010 Cuma

Karadon'daki grizu patlamasından hemen önce tehlikeli gazları izleyen tekniker puantajına bakmaya, maden mühendisi tuvalete gitmişti.

Ersin ERCAN

ZONGULDAK - Karadon’da 30 madencinin ölümüyle ilgili bilirkişi raporu tamamlandı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın raporuna göre ocakta patlamaya neden olacak gaz seviyesi hızla yükselirken, Merkezi Gaz İzleme İstasyonu’nda bulunan görevliler puantajlarına bakmak üzere yerinden ayrılmıştı, görevli maden mühendisi ise gazdaki yükselişi gördüğü halde tuvalete gitti.

Rapora göre her iki görevli, 7 gün 24 saat yerlerinden kıpırdamamış olsalar bile, kriz anında ne yapılacağı konusunda boşluklar vardı: Çalışanlar gaz yükselmesi durumunda ne yapacakları konusunda yeterince bilgilendirilmemişti, böyle bir durumda hangi yetkililerin sırasıyla uyarılacağı, ocağın tahliye edilmesi kararına kimin karar vereceği netleştirilmemişti. Ve ocakta gaz yükselince sesli olarak alarm verecek sistem susturulmuştu!

Adım adım ölüme...
Rapora göre, 17 Mayıs 2010 günü Zonguldak Karadon’da ölüm adım adım geldi:

Tümünü okumak için Radikal

20 Temmuz 2010 Salı

Açlık Grevi -Açıklama !

Meksika Elektrik İşçileri Sendikası

(SME-Sindicato Mexicano Electricistas )

Yemeden Yenmeye Hazır

87. GÜN

93 SME üyesi Açlık Grevinde

Meksika Elektrik İşçileri Sendikasından açlık grevi eylemcisi Mühendis Cayetano Cabrera Esteva'nın Açık Mektubu.



Asunto: Carta de Cayetano, huelguista de hambre del SME con 86 días sin comer



A LA COMUNIDAD INTERNACIONAL
AL PUEBLO DE MÉXICO
A LA CLASE TRABAJADORA DEL PAIS
SALUD:

1.- Llevo 86 días en Huelga de Hambre en el Zócalo de la Ciudad de México y me siento muy mal de salud.

2.- Estoy decidido a continuar en esta Huelga de Hambre hasta que este gobierno del presidente Felipe Calderón nos devuelva nuestro empleo a los 44 mil trabajadores que fuimos despedidos de manera ilegal.

3.- El Presidente de la Republica es el único que puede resolver este conflicto. Por lo que desde este momento y de manera pública solicito que el Presidente Felipe Calderón nos reciba a todos los huelguistas de hambre en Los Pinos, conjuntamente con nuestro Secretario General y el Comité Central de nuestro Sindicato.

4.- Si el Presidente no atiende esta petición pública para resolver este conflicto de manera política, él será el único responsable de lo que le pase a mi vida y a la de mis compañeros en esta Huelga de Hambre.

México, D. F. a 19 de julio de 2010
“Por el Derecho y la Justicia del Trabajador”

Ing. Cayetano Cabrera Esteva



ULUSLARARASI KAMUOYUNA
MEKSİKA HALKINA
VE İŞÇİ SINIFINA
SELAM !

1-Mexico City Şehrinin Zocalo meydanında 86 gündür açlık grevi eylemini sürdürüyorum ve hissediyorum ki sağlığım çok kötü .

2-Bu açlık grevi eylemini , 44 bin işçinin işini, yasadışı olarak kaybettiren Felipe Calderon hükümeti tarafından işlerimiz ve haklarımız geri verilene kadar sürdüreceğim.

3-Devlet Başkanı bu anlaşmazlığın çözülebilmesi için tek sorumludur. O nedenledir ki bu andan itibaren istemlerimiz doğrultusunda Devlet Başkanı Felipe Calderon, biz, tüm açlık grevcilerini Sendika Merkez Yönetimi ve Sendika Genel Sekreterimizle birlikte makamında kabul etmelidir.

4-Eğer Devlet Başkanı bu hassas durum ve anlaşmazlığın çözümü için ortaya konulan açık mektubu dikkate almadığı takdirde kendileri , benim hayatımın ve bu açlık grevi eylemindeki diğer eylemci arkadaşlarımın hayatlarından sorumlu tek kişi olacaktır.

Mexico City, 19.Temmuz.2010
Çalışanın Hakları ve Adalet Uğruna

Mühendis
Cayetano Cabrera Esteva

24 Haziran 2010 Perşembe

Yapıya karşı kimse dava açamaz !

YAPIYA KARŞI HİÇ KİMSE DAVA AÇAMAZ*

Nadire Özkaya (Avukat)

Çalışma Ortamı Dergisi, Sayı : 76 Yıl : 2004

Dr.Muhsin Yiğiter ve Yargıç Burhan Cahit Kadılar anısına.

1952 yılında imzalanan, Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Hakkında 102 Sayılı ILO Sözleşmesi, çıkış tarihinden 20 yıl sonra 10.08.1971 tarihinde ülkemiz tarafından onaylanmıştır.

Sözleşmeyle, ulusal yasal düzenlemeler arasındaki uyum, kısmen 1960’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir.

Bu süreçte işçi-memur ayrımının neden olduğu bir dizi ayrımcılık yaratan sorun ortaya çıkmıştır.

İşçi statüsünde çalışanlar için 506 sayılı yasayla “sosyal güvenlik” hakkını oluşturan önemli sigorta kolları hüküm altına alınmıştır.

Memur statüsünde çalışanlar için, T.C.Emekli Sandığı yeniden yapılandırılmak yerine, sosyal güvenlik hakkını oluşturan önemli sigorta kollarından bir bölümü, çalıştıkları kurumlarca karşılanan sosyal yardım kollarına ve nakdi tazminata dönüştürülmüştür.


İş kazası ve meslek hastalıkları sigortası,

I-

657 sayılı yasada aşağıda sunulduğu şekliyle hüküm altına alınmıştır:

Hastalık ve analık sigortası :

Madde 188-

A) Devlet memurlarının hastalık, analık ve görevden doğan kaza ve mesleki hastalık,

B) Devlet memurlarının eşleri ve bakmakla yükümlü oldukları ana, baba ve çocuklarının hastalık ve analık,

C) Bir kanuna dayanılarak emekli ve malullük aylığı alanların (Sosyal Sigortalar Kurumu’nca uygulanan iş kazaları ile meslek hastalıkları, malullük ve yaşlılık sigortalarından gelir ve aylık bağlananlar hariç) hastalık ve analık,

Ç) (C) bendinde belirtilen emekli veya malullük aylığı alanların aile fertlerinin hastalık ve analık,

D) Bir kanuna dayanılarak dul veya yetim aylığı alanların (Sosyal Sigortalar Kurumundan gelir veya aylık alanlar hariç) hastalık ve analık,

hallerinde, gerekli sosyal sigorta yardımları sağlanır.

Bu sigorta yardımları özel kanunlarla düzenlenir.

Bu sigortalardan tanınan hak ve sağlanan yardımlar, genel sosyal sigorta rejimleri ile kabul edilen hak ve yardımlardan az olamaz.

657 sayılı Yasanını 188.madde gerekçesinde genel bir değerlendirme sunulmuştur. 188.Madde Gerekçesi aynen şöyledir:

Madde 188.- Bu madde, Devlet memurları için çeşitli alanları kapsayan geniş bir sigorta sisteminin kurulmasını öngörmekte ve bu konuda özel kanun hükümlerinin hazırlanması lüzumunu belirtmektedir. Öngörülen hükümler hazırlanıncaya kadar yürürlükteki hükümleri muhafaza edilecektir. Ancak, tasarıyla öngörülen sigorta sistemi, devlet memurları için tesbit edilecek sosyal yardım imkanlarının memlekette kabul edilmiş başka genel sosyal sigorta rejimlerinden aşağı olmaması şart koşulmaktadır. Gerçekten bugün sosyal sigortalar bakımından bütün çalışanların aynı şartlardan faydalandıkları söylenemez. Mesela işçiler bakımından uygulanmakta olan sosyal sigortalar sistemi devlet memurlarının faydalanabilecekleri sosyal yardım imkanlarından hayli ileridir. Tasarı, bu dengesizliği önleyecek bir yön ve seviye göstermektedir.

Ancak 657 sayılı Yasanın 188 ve devamındaki maddeler incelendiğinde, görüleceği gibi, “İş kazası ve meslek hastalığı sigortası hakkı dışında hastalık, analık, ölüm sigortası yardımları o tarihte 657 sayılı yasayla çözüme kavuşturulmuştur. Bu sigorta kollarından sunulması gereken yardımların, memuru çalıştıran kurumlarca karşlanması hlüküm altına alınmıştır. 1965 yılından 2004 yılına kadar geçen yarım yüzyıllık süreye karşın iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortasıyla ilgili özel yasal düzenlemeler yapılmamıştır.

II-

Memur statüsünde çalışanların iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası hakkı kapsamında önemli bir diğer yasal düzenleme 1929 tarih ve 1475 Sayılı Yasa ile onun devamı niteliğinde olan 2330 Sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanundur.

Güven ve asayişin korunması ile ilgili görevlerinden dolayı yaralanan, sakatlanan ve yaşamını yitirenlerin yakınlarına ödenecek nakdi tazminat ve aylıkların hüküm altına alındığı bu yasayla, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası kapsamında değerlendirilmesi gereken hakların “güvenlik ve asayiş görevleri” ile sınırlı olarak ele alıdığını görüyoruz. Bu yasaya göre göreve bağlı sakatlık, hastalık ve ölüm halinde öngörülen maaş vazife malullüğü maaşına atıf yapılarak çözülmeye çalışılmıştır. Böylece iş kazasınedeniyle bağlanması gereken maaş gözden kaçırılmıştır. Bu durumda olan bir işçiye hem maluliyet sigortasından hem de iş kazası sigortasından maaş bağlanmakta olup, yüksek olan maaşı tam diğerinin ise yarısı ödenmektedir.

Bu yasa, sadece hizmete bağlı bir sınırlama yaparak memur statüsünde çalışanlar arasında ayrımcılığa neden olmuştur.

1965 yılından içinde yaşadığımız 2004 yılına kadar geçen yarım yüzyıllık süreye karşın 657 Sayılı Yasanın 188.Maddesinde yazılan iş kazası ve meslek hastalıkları sigortasını hayata geçirecek yasal düzenlemeler hala çıkarılmış değil.

İş kazası ve meslek hastalıkları sigortası, tümüyle işveren tarafından karşılanan bir sigorta koldur. İş riskine göre primi ödenen bu sigorta kolu, memur statüsünde çalışanlar için bugüne değin işler hale getirmemiştir.

Bilindiği gibi T.C.Anayasası’nın 60.maddesi şöyle buyurmuştur: “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.”

657 Sayılı Yasa’nın 188.madde gerekçesinde belirtilen geniş bir sigorta sisteminin kurulması öngörüldüğü halde bu görev ne yazıkki bu güne değin görmezden gelinmiştir.

Konu, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortası hakkının korunmasına gereksinme duyanlar açısından bakıldığında yüzleşmeye cesaret edilemeyecek kadar trajik bir noktadadır.

Yazımıza konu olan çalışmaların başlangıcında, koruyucu nitelikteki Hepatit B aşısı yapılmadığı için yaşamını bu hastalıktan yitiren Dr.Muhsin Yiğiter’in akla durgunluk veren ölümü, her yönden bir sorgulama zorunluluğu ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

1994 yılında Genel Sağlık İş Sendikası Örgütü aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz bir anket sonucu Sağlık Sektöründe yaşanan iş kazası ve meslekhastalıkları olgusu ürkütücü boyutlardadır. 2050 kişilik rastlantısal bir grupta 582 meslek hastalığı ve iş kazası olayı saptanmıştır.

582 olgu içinde Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğüne göre, geçirdiği iş kazası sonucu epilepsi ve anestezik gazlar sonucu aplastik anemi gelişmiş genç bir sağlık çalışanı kadının işgücü kaybının saptanması, kendi başına ürkütücü bir sonuçtur. Karaciğer nakli aşamasına gelmiş olgular da aynı şekilde…

Çok acıdır ki, bire bir ilgilendiğim olgularda, 657 Sayılı Yasa’nın 105.maddesinde öngörülen iş kazası ve meslek hastalığı halinde iyileşinceye değin süresiz rapor hakkı, asla bu durumda olan çalışanlara kullandırılmamıştır.

657 Sayılı Yasanın 105.maddesi ve gerekçesi aynen şöyledir:

Hastalık İzni
: Madde 105 – (29.11.1984 günve 243 sayılı KHK’nin 18.Maddesiyle değişik şekli) Memurlara hastalıkları halinde, verilecek raporlarda gösterilecek lüzum üzerine, aylık ve özlük haklarına dokunulmaksızın aşağıdaki esaslara göre izin verilir.

A)On yıla kadar (on yıl dahil) hizmeti olanlara altı aya kadar,

B)On yıldan fazla hizmeti olanlara oniki aya kadar,

C)Kanser, verem ve akıl hastalıkları gibi uzun süreli bir tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığa yakalananlara onsekiz aya kadar, izin verilir.

Memurların, hastalıkları sebebiyle yataklı tedavi kurumlarında yatarak tedavi gördükleri, tedavi süreleri hastalık izinlerine ait sürelerin hesabında dikkate alınır.

İzin süresinin sonunda hastalıklarının devam ettiği resmi sağlık kurullarının raporu ile tesbit edilenlerin izinleri bir katına kadar uzatılır. Bu sürelerin sonunda da iyileşmeyen memurlar hakkında emeklilik hükümleri uygulanır. Bunlardan gerekli sağlık şartlarını yeniden kazandıkları resmi sağlık kurullarınca tesbit edilenler tekrar görev almak istedikleri takdirde, eski derece ve niteliklerine göre uygun görevlere öncelikle atanırlar.

Görevlerinden dolayı saldırıya uğrayan memurlar ile görevleri sırasında ve görevlerinden dolayı bir kazaya uğrayan veya meslek hastalığına tutulan memurlar, iyileşinceye kadar izinli sayılırlar.

Sıhhi izin sürelerine esas hizmetin hesabında 87 nci maddede sayılan kurumlarda emekli keseneği veya sigorta primi ödenmek suretiyle geçen süreler ile askerlikte geçen süreler dikkate alınır.

(İl.Md. 23,63,94,125)

657 S.Y. 105.maddesi, hastalanan Devlet memurlarına verilecek izinleri ve sürelerini, yürürlükteki uygulamadan farklı bir surette düzenlemektedir. Madde gerekçesi :

Madde 105.- Maddenin (Ç) bendinde sayılan hastalıkve benzerleri halinde izin süresi hizmet süresi ile orantılı değildir. Daha ilk hizmet yılında bile bu benddeki hastalığa tutulan memur 18 aya kadar tedavi ve hastalık izni alabilecek, gerekirse bunu bir kat daha uzatabilecektir.

En uzun hastalık izni hakkını kullandıkları halde iyileşmeyen memurlar hakkında emeklilik hükümleri uygulanacaktır. Bu suretle emekli olanlar yeniden, iyileştiklerini sağlık kurulu raporu ile belirterek, görevlerine dönmek isterlerse, eski sınıf ve derecelerine öncelikle atanacaklardır.

Görevleri sırasında veya görevlerinden dolayı hastalananlar veya bir kazaya uğrayanlar için izinde süre kaydı yoktur; iyileşinceye kadar izinli sayılırlar.

Hal böyle iken, Hepatit B hastalığına yakalanan bir sağlık çalışanı hastalığın aktif olduğu denemde bile rapor hakkında yararlanamadığı ne yazıkki olası ve sıradan bir uygulamadır.

Konu, iş kazası ve meslek hastalığı tedavi giderleri bakımından da önemlidir. Çünkü iş kazası ve meslek hastalığı sigortasının yaşama geçirilmesi bu denli ertelenirken, bu sigorta kapsamında, koruyucu ve tedavi edici tüm hizmetlerin ücretsiz ve geciktirilmeksizin sonulması gerekli ve zorunludur. Başta Anayasa olmak üzere konuyla ilgili hukuk normları ve 657 Sayılı Yasanın 188.maddesi hükmü bunun yasal dayanağını kuşkuya gerek olmayacak bir biçimde sunmaktadır.

Memur statüsünde çalaşanların bugüne kadar bu durumu dikkate değer bir istem olarak ortaya koyamamaları ve etkin bir sendikal örgütlenmeden yoksun bulunmaları, yarım yüzyıllık gecikmede pay sahibidir.

SONUÇ : Anayasa’nın 60.maddesinde,hüküm altına alınan sosyalgüvenlik hakkına içerikkazandıran en önemli sigorta kollarındanbiri iş kazasıve meslekhastalıkları sigortasıdır.

Tüm çalışanları kapsayan etkin bir sosyal güvenlik düzenini ve kurumlarını toplum olarak meydana getirmek zorundayız.

*“Roland Barthes”

Fişek Enstitüsü

Yapıya karşı kimse dava açamaz !

Nadire Özkaya (12:52):
Merhaba
nasılsınız ?
S U A Y (12:52):
teşekkürler iyiyim
siz nasılsınız?
Nadire Özkaya (12:52):
ben de iyiyim
Nadire Özkaya (12:54):
bir şey sorabilir miyim ?
S U A Y (12:54):
tabii
Nadire Özkaya (12:54):
iş kazası ve meslek hastalıkları sigortanız var mı ?
S U A Y (12:55):
bilmiyorum
tüm sigorta işlerinden eşim sorumludur.
Nadire Özkaya (12:55):
super cevap
ama bu sigorta eşinizle değil,işiniz ve işvereninizle alakalı
S U A Y (12:56):
bilmem ki, ben ilgilenmem sigorta işleriyle
Nadire Özkaya (12:56):
ya bu konuşmayı medyada yayınlasam ses getirir mi acaba ?
Nadire Özkaya (12:57):

S U A Y (12:57):
bilmem
Nadire Özkaya (12:57):
siz özlük haklarınızla ilgilenmiyor musunuz ?
onu da eşinize mi havale ettiniz ?
S U A Y (12:58):
o kadar çok iş ve dış gezi içinde, onlarla ben ilgilenemiyorum
Nadire Özkaya (12:58):
Ben özel sigortadan değil bu ülkenin bir skandalından bahsediyorum size hocam
S U A Y (12:59):
skandal bir değil ki, binlerce. Hangisine ulaşalım?
Nadire Özkaya (12:59):
ne güzel bir chat röportaj oldu bu böyle
S U A Y (12:59):
evet
ben çıkıyorum şimdi
Nadire Özkaya (12:59):
iyi günler
S U A Y (13:00):
görüşmek üzere
Nadire Özkaya (13:00):
teşekkür yanıtlar için



Bir msn röportaj sunuyorum derin bir mutsuzlukla !
Bu blogun ilk sunumu bu ! Başlıyoruz !!!